İslâm Bir Tercihtir

Kelime’i Şehadeti getirip, “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûluh” demek bir tercihtir. İnsan bir tercih yaparken, o tercihin sebep ve sonuçlarını düşünerek yapar. Bu Kelime-i Şehadet’i getiren kişi nefsini cehennem azabından muhafaza etmek ve ahirette mutluluğa erenlerden olmak için Cenâb- ı Hakk’ın Habibi (s.a.v.) vasıtası ile getirdiklerinin hepsini olduğu gibi kabul ettiğini ve imkanı nispetinde bunlara uyacağını taahhüt eder.

islam-guzel-ahlak

Cenâb-ı Hakk, “Size çekemeyeceğinizi vermeyiz” buyurmaktadır. Biz Müslümanlar da dua ederken “Ya Rabbi bize çekemeyeceğimiz yükü yükleme” diye dua ediyoruz. Hakk Teâla hazretleri de insanoğlunun zaaflarını bildiği için onları kolay geçitten geçiriyor. Bu Kelime-i Tayyibe-i Münire’yi söyleyen kişi onu ihlas, inanç, tercih ve tasdik ile söyleyip bu yol üzere devam ettiği müddetçe Allah (c.c.)’ın izniyle “Akıbet müttakinindir” müjdesine nâil olur ve sonucu da hayır olur.

Cennete İlk Girecek Olan Zümre: Hammadûn Zümresi

Bu müjdeye nâil olan kişi ahirette ne ile karşılaşacak? Bilindiği gibi mahşer sabahı herkes bulunduğu yerdeki kabirlerden kalkacak. Allah (c.c.) iman ile ölüp iman ile kalkmayı nasip etsin. Dünyada bulunduğu yerden mahşer alanına kurulan köprüden, insanlar ve cinler geçecekler ve orada Allahu azzimüşan’ın huzurunda hesap verecekler. Hak Teâla Hazretleri Mearic suresinde bu hesabın müddeti için “Elli bin senedir” buyurmaktadır. Oranın bir günü buranın bin senesine eşit olduğuna göre beklenecek süre astronomik sayılara ulaşmaktadır. Birbirlerinin arası bin senelik mesafe olan ve ilkinde Kelime-i Tevhid olmak üzere herbirinde ayrı konularda hesap sorulacak olan elli adet durak bulunmaktadır. Mahşer alanında bu kadar uzun müddet bekletilince orada bulunan mücrimer daha hesap müddeti bitmeden evvel “Ya Rabbi artık bizi cehenneme at da şu bekleme azabından kurtulalım.” diyecekler. Allah Rasulü (s.a.v.) “Beklemek, ateş azabından daha şiddetlidir.” Buyurmuşlardır. Dünya hayatında, birisi birini beklese ve adam beş dakika gecikse, bekleyene saatlerce beklemiş gibi geliyor. Halbuki bakıyor saate daha bir dakika geçmiş. İnsan ancak yaşadığı kadarını biliyor; dünya hayatını yaşadı onu biliyor, kabirde bulunmuş oldu kabirdeki hali biliyor, kabirden sonra ne olacağını bilmiyor. Yedi kat cehennemde ne seviyede büyük bir azab olduğunu bilmiyor. O yüzden böyle söylüyor mahşerdeki bu zümre. Allah (c.c.) cümlemizi muhafaza buyursun; cehennem yedi kattan oluşuyor; ilk katı günahkar müslümanlar için. Bunlar günahları müddetince cezalarını çektikten sonra çıkacaklar. İkinci kat hristiyanların, üçüncü kat yahudilerindir. Günümüzde bazı kimseler hristiyan ve yahudilerin de cennete gireceğini iddia etmektedirler,onlarara duyurulur, açıp tefsir kitaplarına bakabilirler. Dördüncü katında şeytan ve ahfadı (evladları), beşinci katında mürtedler (dininden dönenler), altıncı katında sihirbaz ve heykeltıraşlar, son olarak yedinci katta ise, münafıklar azab göreceklerdir ki Allah (c.c.) muhafaza buyursun muhakkikin ulema bir münafığın azabı için diğer altı kattaki cehennem ehlinin azabından daha fazladır buyuruyor. Allah (c.c.) herkesi nifağın her türlüsünden muhafaza buyursun. Nebi (s.a.v.) Mirac’a çıktığında, cennet ve cehennemi görmeyi murad etti. Hak Teâla Hazretleri, görevliler vasıtası ile her ikisi için de müsaade buyurdu. Allah Rasulü (s.a.v.) cenneti görüp nimetlerinide bize nakletti, Allah (c.c.) hepimize affıyla muamele edip, cenneti ile karşılık verdiği kullarından eylesin. Sıra cehennemi görmeye gelince cehennem hazinelerinin bekçisi Mâlik: “Ya Rasulullah (c.c.) ben şurdan bir delik açayım, burdan nazar edersiniz içeriye” dedi ve cehennemin duvarlarından parmağını sokup bir delik açtı. O delikten çıkan dumanı durdurmak için orayı eliylede meshetti ve “Ya Rasulullah (c.c.), şuradan bir damla ateş yeryüzüne düşmüş olsa bir daha dünyada ekin bitmez” buyurdu.

islam-guzel-ahlaktir

İşte tercihini yapıp o Kelime-i Tayyibe’yi söyleyip, Allah (c.c.)’a vasıl olan ve belirli bir mânevi terbiyeden sonra Cenâb’ı Hakk’ın dostluğunu kazanan kişiler için esas olan cehennem azabından muhafaza olunmak ya da cennete gitmek değil, Hakk’ın rızasını kazanmak oluyor; ama tabi oralara gelinceye kadar da insanların çalışıp belirli mesafeleri katetmesi icab ediyor.

O uzun bekleme sırasında cennete ilk girecek kimlerdir? Ruhül Beyan Tefsiri’nin beyanına nazaran cennete ilk girecekler Cenâb-ı Hakk’a mübalağa ile çokça hamdeden Hammadun zümresidir. Bu kişler hayatı boyunca Allah (c.c.)’ı unutmadan yaşayıp ve Nebi (s.a.v.)’ın getirdiği, daha önceki ümmetlerden ise, kendi peygamberlerinin getirdiği ahkamlara tabi olanlardır. Yalnız şuna dikkat etmek gerekir ki; Rasulullah (s.a.v.)’in teşrifi ile, hepsinin risaleti ve getirdikleri din hükümleri bitmiştir. Şu anda profosör etiketli bazı adamlar; eğer bir kişi Hz. İsa (a.s.) ’a inanır, Hz. Musa(a.s.)’a inanır; onların getirdiği din hükümlerince yaşarsa cennete dahil olur diyor. Böyle bir şey olamaz. Resulullah (s.a.v.) geldikten sonra bunların hepsinin hükmü kalkmıştır.Ortada ne Hristiyanlık vardır ne de Musevilik vardır. “Allah (c.c.) indinde tek din İslâmdır” buyuruyor Allah (c.c.). Adem(a.s.)’dan itibaren; Musa (a.s.)’ın da , İsa(a.s.)’ın da ve diğer tüm peygamberlerin de getirdiği din İslâm idi. Yahudilik, hristiyanlık diye bir şey getirmemiştir hiçbir peygamber. Hepsinin getirdiği din İslâm’dı ve hepsi de Müslümandı. Sonradan bu peygamberlere tâbî olan insanlar, onların getirdiği hak kitapları değiştirdiler ve İslâm’dan uzaklaştılar. Tabi bugün yapılan oyun, güzel ve sistematik oynandığı için bu mevzular insanlara çeşitli gâyelerle çarpıtılarak aktarılıyor. Allah (c.c.) şerlerinden muhafaza buyursun. İslâm’ı yok etmeye uğraşan gruplar ilk önce İslâm’ın kökten kazınmasına uğraştılar, onda muvaffak olamadılar ve olamayacaklarını anladılar. Bu yüzden şimdi İslâmı içinden tahrif etmeye uğraşılıyor. Mesela yine profosör etiketli biri çıktı ve “Bu din ulemanın dinidir” dedi. Ne demek ulemanın dini? Onun yetiştirdiği, ilahiyatta da dekanlık yapmış başka bir profosör “Efendim hadis-i şeriflerin en muteberi kiminki? İmâm-ı Buhari’ninki, İmâm-ı Buhari kaç tarihinde yaşamış? Hicri195’te doğmuş. Hadis-i şerif neşretmeye ne zaman başlamış? Hicri 230’da. Peki 230 sene zarfında, sen bu hadisi kimden aldın Ahmed’den, Ahmed ne olmuş, ölmüş. Peki o kimden almış Mehmed’den, Mehmed ne olmuş, o da ölmüş. O kimden almış Ebu Hureyre’den o ne olmuş, o da ölmüş. Bu hadisleri nakledenlerin hepsi ölmüş. Böyle ilim mi olur?” diyor. Sadece İslâm’ın değil, bütün ilimlerin temelinin yok sayıldığının ilanıdır bu söz. Yani eğer râviler ölmüşse söylediklerinin hiçbir mânâsı yok demek ki. O zaman şimdi kullanılan o bilimsel kitapların hepsi çöpe atılsın. Neticede o kanunları, teorileri bulanların, nakledenlerin birçoğu hayatta değil. Mesela Newton diyelim, adam hayatta mı? Kaç yüz sene oldu öleli neticede. O zaman bulduklarının hepsini kaldırıp atalım.

Küfür Tek Millettir 

Bu ifsadı yapanların tek hedefi var. Onu da düzgün, hakiki alimlerin kitaplarından okumak veya ağızlarından dinlemek lazım. Efendimiz (s.a.v.) “Küfür tek millettir.” buyuruyor. Öte yandan da Hakk Teâla hazretleri Haşr Suresinde “Onların sâileri dağınıktır, kalpleri birbirinden ayrıdır, birbirlerine düşmandırlar” buyuruyor. Peki bu ikisi arasında haşa tezatlık mı var? Küfür tek milletse, niye onların sâileri dağınıktır, kalpleri birbirinden ayrıdır, birbirlerine düşmandırlar. Küfrün tek millet olduğu hadisini şerheden muakkikin ulemanın beyanına nazaran, onların bu beraberiyetleri İslâm’a karşı olmalarındadır, İslâm’a karşı tek millettirler, kendi içlerinde tek millet değildirler. Allah (c.c.) şerlerinden emin eylesin. Cenâb’ı Hakk bu dinin asıl sahibidir ve dinini nasıl bugüne kadar Kitab-ı Kerim’inde vaadettiği gibi koruması ile koruduysa bundan sonra da inşallah koruyacaktır. Burada mühim olan, bizim kendimizi kurtarmamızdır. Hiç kimse ben ateş gibi, mum gibi yanar etrafıma ışık verir, başkalarını kurtarırım diyemez. Allah (c.c.)’ın hitabına göre insan önce kendi nefsini, sonra ehlini, sonra aşiretini, ondan sonra akrabalarını ateşten kurtarmaya çalışmakla mükelleftir, bunların bir sırası var. Bu can bizim midir? İsteyerek mi geldik bu dünyaya, anamızı babamızı kendimiz mi tercih ettik? Giderken isteyerek mi gidiyoruz? Kim getirdi ise, kim götürüyorsa can onundur. Niye mesela intihar edenin imansız gitmesi mevzubahistir ve bu yüzden cenaze namazı kılınmaz? Kendine ait olmayan, Allah (c.c.)’a ait olan bir şeye son vermiştir netice itibari ile ve imanını da böylece zayi etmiştir, Allah (c.c.) muhafaza etsin. Onun için biz kendi kendimize tercihte de bulunamayız. Âyette bildirilen sıralamaya uymamız lazım, yani ilk önce kendi nefsimizi ateşten korumamız lazım.

Nefis Muhakkak Şiddetle Kötülüğü Emreder 

Bu ateşten korunabilmek için, şeytan ve ahvadının oyununa gelmemek lazımdır. Çünkü şeytanın askerleri hazır beklemektedir. Allah (c.c.) “Nefis muhakkak şiddetle kötülüğü emreder.” buyurumaktadır. Bu işin başında da şeytan vardır. Nebi (s.a.v.) birgün “Hepimizin görevli bir şeytanı vardır.” buyurmuşlardır. Orada bulunanlar “Ya Rasulullah (s.a.v.)sizin de var mı?” diye sorunca, “Evet benim de vardı, ama Allah (c.c.) onu bana ikramen müslüman etti, bana ancak hayırlı şeyler söyler” buyurmuşlardır. O (s.a.v.)’in dışında, hepimizin başında şeytanı vardır. Bunları hak ve hakikat olarak kabul edip, en azından yatağa yatıldığı zaman hergünün bir muhasebesi yapılırsa neticeye ulaşma şansı olur. Burada bunlar okunup, bu okunanlarla hoşça vakit geçirilir, bitince yine herkes bildiği gibi yaparsa bundan bir istifade olmaz. Günlük muhasebenin yapılması lazım. Sabahtan akşama kadar, uyanmamızdan tekrar uyumamıza kadar geçen her saat muhasebe edilmelidir. Bugün Allah (c.c.) için acaba ne yaptınız? Ümmet-i Muhammed’e faydalı bir iş yaptınız mı? İnsanlara zararlı olabilecek bir şey yaptınız mı? Kimseyi kırıp üzdünüz mü? (Evliyseniz) çoluk çocuğunuza karşı, (bekarsanız) şahsınıza karşı, ananıza babanıza karşı hakları ifâ ettiniz mi, yerine getirdiniz mi?

Hesapsız Cennete Dahil Olacak Zümre 

Bunların hepsini yapıp, Allah (c.c.)’ı unutmadan yaşayan insan için Allah Resulü (s.a.v.) “Allah (c.c.)’ı bu dünya hayatında çokça zikreden, Cenâb-ı Hakk’ı unutmadan yaşayan kişiler mahşer sabahı hesapsız cennete dahil olacak.” buyuruyor. O cennete girecek kişilere cennette melekler soracaklar:

-Siz hesap gördünüz mü?

-Yok hesap görmedik.

-Peki defter gördünüz mü?

-Yok, biz onu da bilmeyiz.

-Sırat köprüsünden geçtiniz mi?

-Onu da görmedik.

-Peki cennetin hangi kapısından girdiniz?

-Vallahi biz kapı da görmedik.

Allah Resulü (s.a.v.) bize bunları rağbet edelim, bu hususta gereğini ifâ etmeye çalışalım diye anlatmıştır. Devamında Nebi (s.a.v.) “İnsanlar dünyadaki mezarlardan kalkıp mahşer alanına gelince Cennet, mahşer halkı arasından devenin boynunu uzatıp yemini aldığı gibi uzanıp Allah (c.c.)’ı çokça zikredenlerin hepsini içine çekecek.” müjdesini veriyor. Onun için de onlar, ne hesap görmüş,ne kitap görmüş, ne sırat görmüş, ne de cennet kapısı görmüş olacaklar. Biz doğrudan mahşer alanına geldik, ordan da cennetin içine girdik diyecekler. Allah (c.c.) cümlemizi o zümreden eylesin (Amin).

Akıl Odur ki Doğru Yolu Göstersin 

Akıl odur ki doğru yolu göstersin. Câfer-i Sadık hazretleri, İmâm-ı Âzam hazretlerinin babası vefat edince annesi ile evlenmiştir. Yani İmâm-ı Âzam hazretlerinin hocası olmasının yanında aynı zamanda babalığıdır. Câfer-i Sadık hazretleri, İmâm-ı Âzam ’a daha ilk talebeliği, mollalığı sırasında bir sual soruyor “Molla, sen dedemin, atalarımın dini üzerine çalışıyorsun,bu ilmi ne üzerine bina ediyorsun?” Cevap olarak İmâm-ı Âzam hazretleri; “Sağlam rivayetler var, akılla” vs. deyince “Peki akıl nedir?” diyor. İmâm-ı Âzam , “ Hayır ile şerri birbirinden ayıran melekeye derler.” diyor. Tabi yani yanlış anlaşılmasın, bu İmâm-ı Âzam ’ın talebelik, mollalık dönemi. Câfer-i Sadık hazretleri “O bizim atlarda da var, ahıra girdiğin zaman yem vermeye mi geldin, kaşağılamaya mı geldin yoksa bir suçu vardır cezalandırmaya mı geldin anlar.” Diyor. İmâm-ı Âzam ; “O zaman siz bilirsiniz, doğrusunu siz söyleyin ben de öğreneyim” deyince Câfer-i Sadık hazretleri buyuruyor ki; “İki hayır husule geldiğinde, hangisinin daha hayırlı olduğunu ayırt eden melekeye akıl derler”. Mesela Medine-i Münevvere’de çok olur, Türkiye’de pek öyle bir şey olmaz, imam cemaat ile namaza durmadan evvel safları düzeltir, “Hakk’ın rahmetine nâil olasınız” der. Ondan sonra da millet bulunduğu safları düzeltmeye uğraşır. Öyle işler oluyor ki, itişip kakışıyorlar safı düzeltirken. Biri geri geç diyor, öbürü yok diyor sen doğru dur vs. diye münakaşa ediyor. Yani bayağı birbirlerine vurmaya kıyam edecek hale geliyorlar. Şimdi burda iki tane hayır var; birisi safı düzeltmek, bir kere onu da iyi bilmek lazım; safı düzeltmek kimin vazifesi? Safı düzeltmek imamın vazifesi, yani imam safı düzelt der, cemaat de ona göre sıraya girer. Girip girmeyeni cemaatten birinin ikaz etme hakkı var mı? Hz. Ömer(r.a.) kendisi imamken bazen birinci saften ikinci safa geçip, orayı da düzeltirmiş. Yani demek ki orada o yaptığı tatbikattan çıkan hüküm, geri safları düzeltme işi yine imama ait oluyor. Şimdi imama ait olan bir vazifeyi cemaatten bazı kişiler üstüne alıp kendine göre, müsülman kardeşim Allah (c.c.)’ın rahmetine nâil olsun, safın dışında durmasın diye yapmaya çalışıyor; ama onun kalbini kırıyor. Bir mü’min’in kalbini kırmanın Beytullah’ı yıkmaktan daha kötü olduğu kabul edilmiştir. Bu durumda iki tane hayır var, biri safın düzeltilmesi ile Allah (c.c.)’ın rahmetine nâil olmak, diğeri de mü’min kulun kalbinin kırılmaması. Hangisi daha uygundur? Tabiki mü’min kulun kalbini kırmamak uygundur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*