Hizmet: Birinin işini görme, işini yapıvermedir. Ancak bu işte yapanın kendi menfaatı değil, karşısındakinin veya umumun menfaati olmasıdır. Konumuzla ilgili hizmet ise Allah rızası için yine Allah’ın kullarına menfaatsız yapılan yardımlardır. Her çeşit iyilik, çalışma ve gayret Allah rızası için olursa hizmet kapsamına girer.
Gönüllere tevazu, mahviyet ve mahlukata şefkat duygusunu yarleştirmenin en müesssir yolu hizmetten geçer. Hizmet, gönülleri ilahi zirvelere ulaştıracak müstesna ve ulvi bir basamaktır. İlahi vuslat ve sonsuz mükafata mazhar olanların cümlesi, peygamberler ve evliya, hep bu basamağın üzerinde yürümüşlerdir.
Müminin hayatı, mahlukata hizmetle bereketlenir. İslam ahlakının mühim bir bölümünü teşkil eden hizmet, nefsin hodgamlığından kurtularak diğergam bir ruhla mahlukata yönelmek suretiyle Allâh’ı ve rızasını aramaktır.
Gerek maddi ve gerekse manevi hizmetlerin ifasında gösterilen gayret ehemmiyetli olduğu gibi, onların hangi kalbi seviye ile yapıldığı da pek mühimdir. Zira hizmetin bereketli ve Hak katında makbul olabilmesi, ancak buna bağlıdır. Onun içindir ki büyükler:
“Hizmet mühimdir; lakin hizmette edeb daha mühimdir.” buyurmuşlardır.
Bu konuda bir hadis-i şeriflerinde efendimiz -Sallâllâhu aleyhi vesellem- şöyle buyuruyor:
Bir kavmin efendisi, onlara hizmetkâr olandır. (Deylemî, Müsned, II,324)
Peygamberimiz (s.a.v.), Kuba mescidi ve Mescidi Nebevi inşa edilirken ashabın bütün ısrarlarına ve mani olma gayretlerine rağmen, mübarek sırtlarında taş taşımışlardır.
Hz. Osman ve Abbas -radıyallâhu anhüma-‘nın oğullarının türbeleri Semerkant’tadır. Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleri seksen küsur yaşında ve o ihtiyar haline rağmen iki sefer İstanbul surları önüne kadar gelip orada vefat etmesi onların cihanşümul gayretlerinin bir örneğidir.
Hizmet ruhunun muazzam misallerinden biri de Vehb bin Kebşe -radıyallâhu anh-‘dır. Bu mübarek sahabinin türbesi Çin’dedir. Bu mübarek sahabi uzun müddet tebliğde bulunduktan sonra, gönlünü kavuran Allâh Rasûlü -Sallâllâhu aleyhi vesellem- hasretini bir nebze dindirebilmek ümidiyle Medine yollarına düşmüştür. Bir yıl süren çileli yolculuğun ardından nurlu Medine’ye vasıl olmuş, fakat ne yazık ki Hazreti Peygamber efendimiz (s.a.v.) vefat etmiş olduğu için O’nu görememiştir. Hasreti bir kat daha artmış olarak, Allâh Rasûlu’nün kendisine emrettiği hizmetin kudsiyyetinin idraki içinde tekrar Çin’e dönmüş ve bu hizmetteyken ruhunu teslim etmiştir.
AKLI GÜZEL
*KİŞİYE DİNİNE VE DÜNYASINA AİT BİR HUSUSTA İTİMAT OLUNMASI, GÜVENİLMESİ, MUTLULUK VE HUZUR OLARAK ONA YETER. Hz. MUHAMMED (S.A.V.)
Birisi Sultan Mahmud Gaznevî’ye dedi ki:
-Acayip şey! dedi, Ayaz’ın güzelliği yok. Sultan Mahmud bunun nesini seviyor? Bir gülün rengi, kokusu olmazsa onun sevdasından çırpınan bülbüle şaşılır.
Birisi bu sözü Sultan Mahmud’a nakletti. Sultan Mahmud’un canı pek sıkıldı:
A efendi!.. dedi, ben Ayaz’ın boyunu boşunu değil; ahlâkını seviyorum.
İşittim ki, dar bir geçitte bir deve yıkılmış, üzerindeki inci dolu sandık kırılmış. Sultan Mahmud bu hali görünce:
-Yağmadır; alan alsın!.. demiş; kendisi atını sürmüş gitmiş.
Sultan Mahmud’un: «-Yağmadır!» demesi üzerine maiyetindeki atlılar yağmaya koşarak pâdişâhtan ayrılmışlar. Pâdişâhın arkası sıra giden atlılardan yalnız Ayaz kalmış. Mahmud, Ayaz’ı görünce onun güzelliğinden zevk almış ve:
-Ey sümbül gibi kıvrım kıvrım saçlı dilber. Yağmadan sen ne getirdin bakalım? demiş.
Ayaz cevap vermiş:
-Padişahım, hiçbir şey almadım. O nimet beni sizin hizmetinizden alıkoymadı.
Arkadaş! Cenâb-ı Hakk’ın dergâhında yakınlık istersen, ihtiyaç peşinde koşup da haktan gafil olma!.