Helal Kazanç; Berekettir, Rahmettir

helalRivayet edildiğine göre, yaşadığı devirde oldukça iyi bir gelire sahip olmasına rağmen, yine de geçim sıkıntısı çekmekte olan bir kimse varmış. Her zaman yedi altın kazanan bu adamcağız, ne yapıp edip bir yolunu bularak gelirini önce sekiz, sonra dokuz, derken on altına çıkarmış. Ama nâfile… Almış olduğu altınlar arttığı hâlde geçim sıkıntısı hiç de azalmamış. Gönlü bu durumdan çok muzdarip olmuş.

Zavallı adam, derin bir ümitsizlik içinde perişan bir hâlde kıvranırken aklına, içinden çıkamadığı bu hâdiseyi, o beldede oturan yaşlı bir Allah dostuna danışmak gelmiş. Büyük bir mahcûbiyet içerisinde huzura çıkıp, derdini bir bir anlatmış. Efendi Hazretleri onu dinledikten sonra:

“–Evlâdım, mademki şimdi on altın alıyorsun, bir dahaki ay dokuza in! Yine de olmuyorsa, her ay daha da azalt gelirini.” diyerek nasihat etmiş ve kendisini hayır duâlarla uğurlamış.

Efendi Hazretleri’nin bu kısa ziyaret sırasında söylemiş olduğu bu sözler adamın aklına hiç mi hiç yatmamış. Hattâ kendi kendine:

“Bu iş nasıl olacak ki, aklım hiç almıyor. Zira ben kazancımı yedi altından on altına çıkardığım hâlde geçim sıkıntısı çekmeye devam ediyorken, daha az kazanarak nasıl bu sıkıntıdan kurtulacağım?!” diyormuş. Bir müddet düşündükten sonra:

“–Bugüne kadar gelirimi çoğaltmak için birçok zahmete katlandım. Lâkin yine de sıkıntıdan bir türlü kurtulamadım. Bir de o Allah dostunun sözlerini dinleyeyim. Hem ne kaybederim ki? Belli olmaz, belki onun sözlerinde benim anlayamadığım bir hikmet yatmaktadır!” deyip önce dokuz, sonra sekiz, derken istemeye istemeye altı altına kadar gelirini azaltmış. Fakat ne hikmetse, o paranın ihtiyacını fazlasıyla karşıladığını görmüş. O ay hiç sıkıntı çekmemiş.

Bunun üzerine adamcağız hayretler içinde tekrar o Allah dostunun huzuruna varıp:

“–Efendi Hazretleri! Emrinizi harfiyyen uygulayarak gelirimi kademe kademe azalttım. Fakat bu işteki sırrı idrâk edemedim. Zira ben daha evvel on altınla geçinemezken, şimdi altı altınla çok huzurlu ve bereketli bir hayat yaşıyorum? Bu nasıl oluyor?” diye şaşkınlıkla sormuş.

O yaşlı Hak dostu ise işin hakikatini şöyle açıklamış:

“–Evlâdım, yaptığın işin karşılığı altı altınlıktı. Sen ise yedi altın almak sûretiyle kazancına haram karıştırıyordun. Bu sebeple de malının bereketi kayboluyordu. Şimdi ise helal kazandığın için helal kazancın bereketini görüyorsun.”

***

Âlemler Sultanı sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde mü’mini şöyle tarif etmektedir:

“Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” (Ahmed, II, 199; Hâkim, I, 147; Suyûtî, el-Câmi, h.no: 8147)

Bir müslümanı diğer insanlar arasında en üstün ve en temiz yapan husus, onun İslâm’ın emirlerine uygun olarak yaşaması, temiz ve helâl gıda ile beslenmesi ve böylece hem maddesinin hem de mânâsının temiz olmasıdır.

Haram ise, mü’minin bu nezâhetini, temizliğini bozan âdeta bir zehir mesâbesindedir. Bulaştığı her şeye zarar verir. Mesela kazanca bulaşınca, bereketini yok eder; bedene bulaşınca, kişiyi harama meylettirir; gönle bulaşınca, onu hantallaştırır. Nitekim Mevlânâ Hazretleri bu hakikati şöyle ifâde eder:

“Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helal lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helal lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.”

Hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere:

“Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder. Allah Teâlâ peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir. Cenâb-ı Hak Peygamberlere:

«Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!» (el-Mü’minûn, 51)buyurmuştur. Mü’minlere de:

«Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin!» (el-Bakara, 172) buyurmuştur.”(Müslim, Zekât, 65)

Zira helâl, kişiyi helâle sevk eder. Ali Râmîtenî Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Helâl yemeyen kişi, kendinde Allâh’a itaat etme gücü bulamaz, hep isyâna meyleder. Helâl yiyen kişi de Allâh’a isyankâr olamaz.”

Bu sebeple bir kimsenin, şu iki hususa çok ehemmiyet vermesi elzemdir:

  1. Muhabbet beslenen kimsenin veya kimselerin mânevî durumu.
  2. Alınan gıdânın helâllik derecesi.

Nitekim bu iki husus, insanın şahsiyet ve karakterinde pek müessir bir rol oynamaktadır. Zira kişi, muhabbet duyduğu kimsenin yolundan gider. Bu sebeple muhabbet duyulan kimsenin istikâmet üzere olması, onu seven kimseyi de doğruya meylettirir. Bunun aksine yanlış yolda ise, seven kimseyi de yanlışa sürükler.

Aynen bunun gibi helal lokma da, insanı istikâmet üzere yönlendirirken haram lokma insanı Hak’tan uzaklaştırır.

Bir de şu husûsu ifâde etmek gerekir ki, kazanılan mal helâlliği ölçüsünde, isrâfa gitmez. Zira para yılan gibidir. Mutlaka girdiği delikten çıkar. Bu sebeple helal olmayan kazanç, insan için iki türlü âhiret azabı olacaktır. Biri kazancın haram olması sebebiyle, diğeri de paranın isrâfa gitmesi dolayısıyladır.

Günümüzde mal-mülk ve servet husûsunda dikkat edilmesi gereken bir diğer mühim nokta da, bunların insanın kıymetini belirleyen bir ölçü hâline getirilmemesi gerektiğidir. Fakat üzülerek müşâhede etmekteyiz ki, kimi insan kıyafetiyle, kimi arabasıyla, kimi eviyle hattâ koluna taktığı bir saatle bile üstünlük vehmine kapılabilmektedir. Hâlbuki kulların Hak katındaki kıymeti, ne zenginlikle ne de soylulukladır; ancak takvâ iledir.

Bir kimsenin, âdeta malının putperesti hâline gelerek onunla îtibar bulacağını zannetmesi, terbiye olmamış ham nefsin bir zaafıdır. Nitekim Câhiliye devrinde Velîd bin Muğîre’nin zenginliği dolayısıyla sarf ettiği şu câhilâne sözler, bu hâlin müşahhas bir misâlidir:

“−Kureyş’in büyüğü ve efendisi olan ben, yahut Sakîf’in ulusu Amr bin Umeyr dururken, Kur’ân Muhammed’e mi inecek?!..” (İbn-i Hişâm, I, 385. Krş. ez-Zuhruf, 31)

Kaldı ki, Hazret-i Muhammed Mustafâsallâllâhu aleyhi ve sellemEfendimiz, her cihetle bütün insanların en şereflisi idi.

İnsan, nefsini terbiye ettiği zaman, bütün ameller onu Cenâb-ı Hakk’a yaklaştırır. Şâyet nefsini terbiye edememişse günahlara dûçâr olur. Rabbini unutur. Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın…” (el-Haşr, 19)

Gazâlî Hazretleri, terbiyeden mahrum nefsi azgın bir ata, rûhu da süvârîye teşbih ederek şöyle buyurur:

“Süvârî, eğer atını terbiye ederse (yani insan gönlünde meknuz olan kötü hasletleri bertaraf edebilirse), atı onu istediği menzile götürür. (Sahibini Cennet’e vâsıl eder.)

Lâkin terbiyesi ihmal edilen bir atın, süvârîsini uçurumdan aşağıya atması kaçınılmaz (olduğu gibi, marazlarla dolu bir kalp ile de Hakk’a yaklaşılamaz. O kimse, ancak Cehennem yolcusudur.)”

Velhâsıl mal, az veya çok olmasıyla değil, helâl olmasından dolayı huzur ve bereket getirir.

Bizler de Cenâb-ı Hakk’a, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in Hazret-i Ali radıyallâhu anh-’a öğretmiş olduğu şu duâ ile ilticâ ediyoruz:

“Allâh’ım! Bana helâl rızık nasîb ederek haramlardan koru! Lûtfunla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Daavât 111)
Âmîn!..

Osman Nuri TOPBAŞ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*