Müslüman herhangi bir davranışı icra ederken Rasulullah’ın “Ameller niyetlere göredir” hadisi şerifini unutmamalıdır. Çünkü o hadisi şerif bize, icra ettiğimiz ve amel defterine geçecek olan şeyin nasıl geçeceği ikazını yapmaktadır. O davranışın içi dinen boş mu dolu mu, bizim yarınlarımız için olumlu mu olumsuz mu olduğu noktasında bir teyakkuzu görev olarak bildiriyor. “Niyetini sağlam tut” diye uyarıyor. “Sağlam tut”un içini de, daha sonraki ifadeleriyle “Allah’a ve Rasulüne yönelik olsun” diye temellendiriyor.
Hadisi bir kere daha okuyalım:
“Ameller niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve Resûlü için ise, hicreti Allah ve Resulü içindir. Kimin de hicreti dünya malı veya nikâhlayacağı kadın için ise, hicreti onun içindir.” (Buhârî, 1,50; Müslim, İmâre, 155; Riyâzu’s-Sâlihîn, 1; Câmiü’s-Sağîr, 1/1)
Hadisi şerif gayet açık. Hicretini sorgula, diyor Rasulullah. Allah ve Rasulü için mi yaptın zonu, nikahlayacağın bir kadın ya da dünya malı için mi? Çünkü hangisini niyet etmişsen onun karşılığını alacaksın. Dünya malı ya da bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsan, onu Allah ve Rasulü için gibi gösterme, çünkü aldanırsın, kendini aldatırsın.
Hadis bize, “Dünya malı veya bir nikahlayacağımız bir kadına kavuşmak için yola çıkılmaz” demiyor, elbet insan dünyada bu tür dünyevi gayeler için de hareket edebilir, ama bunların birbirinin yerine ikame olacağı gibi bir his, yanılgıdır.
Bazan dünya malı ya da kadın, ya da başka dünyevi hesaplarla “Allah ve Rasulü için mantığı”nın içiçe geçebileceği ihtimaller de söz konusu olabilir. “Mal kazanıp Allah için sarfetme” niyeti mesela, ya da “Evlenip dinini daha sağlıklı yaşama…” niyeti… Belki de niyetlerin en çok karıştığı alan bu alandır. Çünkü “niyet” kalbde oluşan bir kararlılıktır ve bazen bu kararlılık netleşmeyebilir ya da bizim nefsi hesaplarımız niyetleri birbirine karıştırmayı, niyetlerin flu alanlarda dolaşmasını daha rahat at oynatmak için tercih edebilir.
“Samimiyet sınavı” dediğimiz yine “kalbi hassasiyet” burada devreye giriyor.
Ve Rasulullah Efendimiz -sallallahü aleyhi ve sellem- in “Din samimiyettir” sözleri mü’min için son derece hayati bir ikaz haline geliyor. Hayati, çünkü “amel” dediğimiz insanın tüm davranışlarının “Ahiret kalitesi”ne yönelik bir uyarı niteliği taşıyor.
“Din samimiyettir” sözü neyi ifade ediyor?” sorusu üzerinde düşünelim:
-Din ile oynama, demek bu.
-Dini oyun ve eğlence haline getirme.
-Dini kendi çıkarlarına alet etme.
-Kendini iknayı değil, Allah Teala’yı iknayı hedefle. “Bu davranışımdan Allah Teala razı mı?” diye düşün.
-Bir davranışı seçerken, ruh dünyanın nefsi kıvrımlarında dolaşmak yerine “Allah’a karşı sorumluluk” netliği içine gir.
-Niyetini arındır, temizle, bozma. Her davranış için kalbinde bir niyet sorgulaması yap.
İnsan dünyada yaşıyor. Tabii ki dünyevi işler içinde bulunacak. Her şeyi aklıyla, kalbiyle ve bedeniyle yapacak. Ama dünyanın bir de “İmtihan” niteliği var. Yani “Ebedi hayatın tarlası olma” hüviyeti. Bu durum, dünyada yapılan her şeyin bir boyutu ile ahirete yönelik olma vasfını devreye sokuyor. O zaman da insan, dünya ile ahireti birbirine karıştırma riski ya da ahiret için yapıyor görünüp, aslında dünyayı hedefleme tehlikesi ile karşı karşıya gelebiliyor. Bunun tersi de mümkün, yani “dünya için gibi görünüp aslında ahiret yatırımı” niteliği taşıma ihtimali. Ama yine Kur’an insanoğlunun “Acil” olana yani önünde hazır bulunana meyledip, “Sonra gelen”i ihmal gibi bir psikolojik yapıya mağlup olabilme potansiyeline de işaret ediyor. Evet işte, samimiyet sınavı orada da devreye giriyor.
Kur’an’da “Dini yalnızca Allah’a has kılma” uyarısı da yapılır sık sık. Bu da “samimiyet” ikazıdır.
Aslında, bir bütünlük içinde dini Allah’a has kılmak veya kılmamak “iman” farkıdır. Yani dini bütün olarak Allah’a has kılan mü’mindir, başka herhangi bir gücün dinine yönelen ise mü’min değildir.
“Dini sadece Allah’a has kılma” ikazının mü’mine yönelmesini, amellerimizin – davranışlarımızın teker teker iç tutarlılığı, samimiyet boyutu açısından dikkate almak gerekiyor.
Bazen şeklen “dini olan” bir davranışta bulunuruz, ama manen içi boşalmış olabilir. Çünkü “niyet bozulmuş”tur.
Aslında belki her amelde niyetine göre bir iman kıvamı sorgulaması vardır. Mesela “riya” karışmış bir amelin iman boyutu oldukça kuşkulu hale gelmiştir.
Belki de “Hevasını ilah edineni gördün mü?” ayeti kerimesi, tam da insanı, kendi iç dünyasındaki sapmalara karşı teyakkuza davet etmektedir.
Şöyle bir soru üzerinde düşünürsek nasıl bir hassasiyet noktasında bulunmamız gerektiğini daha iyi anlayabiliriz:
-İnsan niyeti niye bozar?
Bunun şu şekilde cevapları olabilir:
-Nefsi hesapları devreye girer.
-Korkuları devreye girer.
-Dünyevi sevgileri devreye girer.
Evet, insan bütün bu gerçeklerle içiçe yaşar ve dünya hayatı, bunların içinden “Allah’a yol bulmak” “Allah’ı unutmamak” gibi bir yolculuk anlamına gelir. Hucurat suresi 14’te, “İmanın kalblere nüfuzu” diye işaret edilen kalb kıvamı da bu olmalıdır.
Şu söylenebilir:
Samimiyeti kaybolmuş bir amel sanki yoktur. Aynı şekilde bir bütün olarak samimiyetten boşalmış bir dinin de içi boşalmıştır.
“Hevasını tanrı edinen insan”, “Allah’ı bırakıp hevaya karşı samimi olan insan demektir” dersem, nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır.
“İnsan niyeti neden bozar?” sorusu kadar bu süreçte geçirdiğimiz ruhi tahavvülü anlamak bakımından “İnsan niyeti nasıl bozar?” sorusu da önemlidir.
Bu ruhi tahavvül, bir iman tercihi noktasında olsa, bu gerçekten çok zorlu bir dönüşümdür ve her insan için istisnaidir. Hidayet de çetindir irtidad da.
Ama insan, aynı dinin sınırları içinde kaldığını düşünerek aslında sınırları zorlayan bir yığın gel-git yaşayabilir. Rasulullah’ın işaret buyurduğu “niyet – samimiyet” alanı, onun için mü’mine karşı uyarıdır.
Böyle durumlarda insanın zihni tahavvülünde en çok rol oynayan psikolojik amil “meşrulaştırmalar”dır. Yani “Yapılabilir canım, ne mahzuru var ki, zaten şu da şöyle değil mi?” gibi bir zihni sürecin içine sokmaktır.
Rasulullah Efendimiz’in “şüpheli şeylerden kaçınma” uyarısı ve Allah dostlarının amellerde “Ruhsat yerine azimet”i tercih etmeleri, belki de, böyle bir risk alanına girmekten kaçınma hassasiyetidir.
Rasulullah Efendimizin (s.a.) o hadisi şerifini hatırlayalım:
Nu’man İbnu Beşir (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.”[Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).]
Rasulullah Efendimizin “şüpheli şeyler”e karşı teyakkuz uyarısının peşinden “kalb”e işaret etmesi, o riskli alanda dolaşırken en çok kalbi teşevvüşün devreye girebileceği ihtimalinden dolayıdır.
Bir müslüman her gün kıldığı namazın her rek’atinde Fatiha okur ve orada 40 defa “İyyake na’budu ve iyyake nesteıyn – Ancak Sana ibadet eder ancak senden yardım dileriz” der.
Ancak, ancak, ancak…
Sırf Sana… Sırf Senden…
Münhasıran…
Allah Teala bunun mü’minde en diri şuur haline dönüşmesini ister.
Ama bu sadece namazda okunan bir söz olmakla kalmamalı, hayatın özü haline gelmeli aynı zamanda.
“Meşrulaştırmalar” çok riskli bir alandır. İnsan neredeyse bin dereden su getirir bir meseleyi dinin ölçülerinden çıkarıp nefsi hesaplarına uygun hale getirmek için.
Orada, zihni teşevvüş ikliminde şeytanın akıl almaz yardımlarının devreye gireceğini unutmamak lazım.
Kur’an’daki ikazı hatırlayalım:
“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokman, 33)
“Meşrulaştırmalar” ortamı, insanın şeytanı yardıma çağırdığı, “Bana bir formül üret ki, ben dinin şu hükmünü aşıp kendime bir yol bulayım, hem de günah duygusundan kurtulayım” ortamına dönmemeli.
Şeytan formül üretir, malzeme taşır, onun işi bu. İnsanoğlunun yolu üzerine tuzak kurup onu sırat-ı müstekıymden uzaklaştırmak.
Rasulullah (s.a.) “Muhakkak ki Şeytan, insanoğlunun damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.”buyuruyor. Bu hadisi şerif, tam da, içimizdeki niyetleri bozan fırtınalı iklime işaret ediyor. Böyle bir potansiyel var insanın bünyesinde.
Ahiret yolculuğu başlamadan önce -ki ne zaman geleceği belli olmaz- her alemin özüne samimiyeti yerleştireceğimiz bir kalbi toparlanmaya ihtiyaç var. Niyetleri arındırmaya ve her işi “Allah için” kılmaya ihtiyaç var. Ahirete amel defterimizde “iyilikler” diye gönderdiklerimizin kalp (sahte) çıkmaması için.
Kur’an’ı, her davranışın içindeki “ruh hali” açısından tekrar tekrar okumamız gerekiyor. Çünkü Kur’an bizi asıl sıhhatli bir ruhi kıvam edinmemiz itibariyle eğitiyor. Amellerin dış çerçevesi var evet, ama ameli “Allah için” kılan şey, dış görünüşleri değil, içine yerleştirdiğimiz samimiyet dozu.
Allah Rasulü (s.a.) buyuruyor:
“-Din samimiyettir.
Kime karşı ya Rasulallah?
“-Allah’a karşı.
Allah’ın kitabına karşı.
Allah’ın Peygamberine karşı.
Müslümanların meşru idarecilerine karşı.
Bütün Müslümanlara karşı.”
Evet, din samimiyettir.
Ahmet TAŞGETİREN
2014 – Nisan, Altınoluk Dergisi