Sabır; Acıya katlanmak, bir sıkıntı karşısında telaşa düşmeden karşı koymaktır. Emirleri yapmakta, yasaklardan sakınmakta, başa gelen belâ ve musîbetlere tahammül etme, katlanmadır. Elemden, beladan, kederden ve musibetlerden şikayetçi olmamaktır, belayı rıza ile karşılamaktır. Sabır eden için nimet ile hikmet birlikte verilir. Musibet Hakk’tan geldiğinde göre, musibetten şikayetçi olmak kulun kusurunu gösterir; o zaman kul kusurlu olur.
Karşıtı sabırsızlık (ceze) dir. Sabrın sonu selametttir. Sabır acıdır; meyvesi tatlıdır.
Sabırsızlık ruhun gevşekliğinden ileri gelir. Ancak dine uymayan şeyler hakkında sabır caiz değildir. Savunulması mümkün olan kötülülüklere katlanmak sabır değildir, bir acziyet ve miskinliktir.
Sabır, dinin teşvik ettiği ahlakî ve rûhânî bir sıfattır. Allâh’a îmânın bir tezâhürüdür. Sabrın gâyesi, beklenmedik olaylar ve içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, tahammül göstermek ve paniğe kapılıp uygunsuz bir harekette bulunmamaktır.
Sabır, musibetin ilk anlarında yapılmalıdır. Musibetin ilk anları geçtikten sonra ister sabreder, isterse sabırsızlık gösterir farketmez. Akıllı kişi, musibete maruz kalışının ilk anlarında sabırlı – tahammüllü olan kişidir.
Sabır ruhun bir melekesidir, güzel bir huydur. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur. Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür. Allah’ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşrû olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musîbetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.
Bütün faziletlerin anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemale ermenin sırrı bu güzel özelliktir. Her türlü rezaletin sebebi sabırsızlık veya gerektiği kadar sabır gösterememektir. Sabır her faziletin üstünde bir değer taşır.
Şûra 43. Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.
“وَلِمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذَالِكَ لِمَنْ عَزْمِ الْاُمُورِ.”
Peygamberler sabrın en büyük örnekleridir. Çünkü onlar bütün güçlükleri sabırla karşılamışlardır. Sabrın sonu selâmettir. Sabır, iman ve ibadetin, ilim ve hikmetin, kısaca bütün faziletlerin başıdır. Sabırlı insan iyi insandır.
Müslüman Allah’ın dostudur. Dostluğun alameti de dostun belalarına sabretmektir.
Sahih-i Buhari ve Müslim’de Ebu Said (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (S.A.V.) der Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve daha büyük bir nimet verilmemiştir. buyurmaktadır.
Sabır güzel bir huydur,
Her işte ona uy, dur;
Sabretmeyen bir kişi,
Her hayırdan mahrumdur.
YAHUDİNİN SELAMI
Sabır; yüzünü ekşitmeden acıyı yudumlamaktır.
Cüneyd-i Bağdadi
Resuli-Ekrem Sallallâhü Aleyhi ve Selemin eşi Ayşe (Radıyallahü anha) Resul-i Ekrem (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’ın huzurunda oturmuştu ki, Yahudi bir adam içeri girdi. Girdiği anda Selam un aleykum yerine :
-Essamu aleykum yani “ölüm üzerinize olsun”dedi. Uzun sürmedi, başka biri daha geldi. O da selam yerine
– Ölüm üzerinize olsun, dedi. Bunun tesadüf olmadığı malumdu. Resul-i Ekrem (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i dille incitmek için yapılan bir plandı. Ayşe çok öfkelendi, ve:
– Ölüm sizin üzerinize olsun… diye bağırdı.
Resul-i Ekrem (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) buyurdu:
– Ey Ayşe küfür etme, küfür şekillenirse en kötü ve çirkin bir biçimde mücessem olur. Yumuşaklık ve sabırlı olmak, her neyin üzerine konursa, onu güzelleştirir, süsler ve her şeyin üzerinden kaldırılırsa güzelliğini azaltır. Niçin sinirlenip öfkelendin?
Ayşe:
– Görmüyor musun ya Resulullah’ın, bunlar küstahlık ederek, utanmadan selam yerine ne diyorlar?
– Evet, görüyorum onun için bende, “Aleykum” yani “sizin üzerinize olsun” diye cevap verdim, bu kadarı kafiydi.
Say (çalışma) : Bir şey meydana getirmek, bir neticeye ulaşmak için zihni veya bedeni güç sarfetmek, gayret etmek, çabalamak, uğraşmak anlamındadır. Bir iş yapmakta olmak, iş görmek demektir.
Çalışmak, herhangi bir konuda emek harcamak demektir. İnsanın yaptığı işlerde başarılı olması çalışmasına bağlıdır. Çalışan insan, kötü duygu ve düşüncelerden uzak kalır. İyi, yararlı bir iş yapmanın mutluluğuna erişir.
Yüce Allah’ın en çok sevdiği kulları, kendisine inananlar, ibadet edenler ve çalışanlardır.
İnsan yaratılış gereği olarak hem ahiret için ve hemde dünya için çalışmak zorundadır. Bu Allah’ın koyduğu bir kuraldır. Bu konuda Kur’an-ı Kerîm de:
مَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ وَمَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِن نَّصِيبٍ {20}
Şura 20. Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz. Buyuruluyor.
İlk insan ve ilk peygamber Hazreti Adem’den itibaren bütün peygamberler, insanlara çalışma konusunda örnek olmuşlardır. Mesela; Hazreti Adem, çiftçilik yapardı. Hazreti Nuh, marangozdu. Hazreti Dâvud, demircilikle meşgul olurdu. Hazreti İdris, terzi idi. Hazreti Mûsa, çobanlık yapmıştı. Sevgili Peygamberimiz ise, çocukluğunda çobanlık yapmış, gençliğinden itibaren de ticaretle meşgul olmuştu. Ev işleri ile de ilgilenmişti.
Allah, boş oturanı sevmez. O halde, bizim de planlı bir şekilde çalışmamız gerekmektedir. öğrenci isek, öncelikle derslerimize çalışmalıyız. Derslerimizi yapıp bitirdikten sonra annemize, babamıza yardım etmeliyiz. Yaz tatillerinde ise bol bol kitap okuyarak bilgilerimizi artırmalıyız. Annemize, babamıza evde, iş yerinde, bağda, bahçede, tarlada yardımcı olmayı bir görev bilmeliyiz.
Sevgili Peygamberimiz: İki günü birbirine eşit olan zarardadır. (Buhari)buyurmuştur. Yani her insan, bir önceki güne göre çalışmasını daha verimli, üretimini daha kaliteli hale getirmelidir.
Öğrenciler, her gün derslerine çalışarak bilgilerine yeni bilgiler katmalıdırlar. Daha çok şey bilmek, daha çok çalışmakla sağlanır. Ülkemize yararlı olmanın yolu da budur.
HOCA’NIN KOMŞUSU
Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar.
Çalışmayanlar ise kendilerini kötülükten kurtaramazlar.
Hz. Ali
Bir atasözümüzde:
“Çalışan kazanır, çalışmayan aldanır” denmiştir. Bu sözün ne kadar doğru olduğunu hatırlatmaya gerek yok. Ders yılı sonunda karnelerimizi aldığımızda gerçeği gözlerimizle görürüz. Görürüz ki çalışanlar sınıfını geçmiş, çalışmayanlar ise kalmıştır. Yani atasözümüzde denildiği gibi çalışan kazanmış, çalışmayan kaybetmiştir.
Çalışan insan güçlüdür, kuvvetlidir. Tembel ise zayıf ve şahsiyetsizdir.
Nasreddin Hoca komşusunun evinin önünden geçerken bir ses duymuş:
-Ya Rabbi, bana Cennetini ver, beni Cennetine koy.
Pencereden başını uzatıp bakmış ki, ne görse beğenirsiniz? Komşusu yatağa sırtüstü yatıp gözlerini tavana dikmiş, bir yandan esniyor, bir yandan Cennet istiyor:
-Allah’ım, bana Cennetini nasip et..
Bir ders vermek için komşusunun çatısına çıkmış. Takır tukur gezinmeye başlayınca adam aşağıdan seslenmiş:
-Kim var orada?
-Benim, diye cevap vermiş Hoca. Kaybolan eşeğimi arıyorum.
Adam kahkahalarla gülmüş:
-Be hey hoca, hiç çatıda eşek aranır mı?
Hoca gürlemiş yukardan:
-Bre ahmak!.. Peki yatakta Cennet aranır mı?
Dünyada başarmak için de çalışmak, âhirette Cennete girmek için de çalışmak lâzım. Edison ampulü çalışmadan mı buldu sanıyorsunuz? Arşimet meşhur kanununu rüyasında mı gördü yoksa? Fatih Sultan Mehmet hayalinde mi aldı İstanbul’u, Osman Gazi çadırında mı kurdu koca imparatorluğu?
Gecelerini gündüze katarak çalıştılar, zorluklara katlandılar, güçlüklere göğüs gerdiler ve sonunda başardılar.
Çalışmak başarmanın sırrıdır ve her meslek, namuslu olmak şartıyla şereflidir.
Unutmamalı ki İslâm dini helâl yolda çalışmayı ibadet saymıştır.