Yakup peygamberin yaşadığı Kenan diyarı ve çevresinde herkesi kasıp kavuran bir kıtlık vardı. Yakup (a.s.), Mısır melikinin kıtlıktan kendisine sığınanlara yardım ettiğini duydu ve on oğlunu on deve ile Mısır’a göndermeye karar verdi. Oğullarını yanına çağırdı ve onlara, “Ey oğullarım! Kıtlık belimizi iyice büktü. Çoluk çocuğumuz telef olmadan varın gidin Mısır’a. Orada adâletli ve insaf sahibi bir melik varmış. İsteyenleri eli boş göndermiyormuş. Çok da ihsan ve ikram sahibiymiş. Haydi, yolunuz açık olsun! Allah Teâlâ sizi muhafaza etsin!” diye dua etti. Nasihatlerle oğullarını Mısır’a uğurladı.
Yakup’un (a.s.) çok sevgili oğlu Yusuf, Mısır melikinin maliye bakanlığını yapmaktaydı. Her yerde kıtlık hüküm sürerken Mısır’ın ambarlarının dolup taşması, Yusuf’un (a.s.) isabetli kararı ve yönetimi ile gerçekleşmişti. Muhtaçlara yardım elini uzatan, ağabeylerinin kuyuya attığı kardeşleri Yusuf’tan başkası değildi.
Yusuf’un kardeşleri Mısır’a varınca gelip onun huzuruna girdiler. Yusuf, onları hemen tanıdı; fakat kardeşleri onu tanıyamadılar. Erzakları hazırlanınca Yusuf, onlara dedi ki: “On kişi gelmişsiniz; ama on bir kişilik erzak istiyorsunuz. Eğer bir dahaki sefere on birinci kişiyi de yanınızda getirmezseniz artık benden fazladan bir ölçek daha alamazsınız.” Onlar da, “Bünyamin’i bir dahaki sefere getirmeye çalışacağız.” dediler.
Yakup’un oğulları, yurtlarına döndükleri zaman babalarına dediler ki: “Ey babamız! Kardeşimiz Bünyamin’i bizimle beraber gönder de onun sayesinde buğday ve yiyecek alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız!” Babaları onlara şöyle dedi: “Daha önce kardeşiniz Yusuf hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! Ben onu sadece Allah’a emanet ediyorum. Allah en hayırlı koruyucudur. O, merhametlilerin en merhametlisidir.”
Yusuf’un kardeşleri Bünyamin’i yanlarında götürebilmek için babalarına türlü diller döküyor ve O’nu razı etmeye çalışıyorlardı. Yakup (a.s.), sonunda Bünyamin’i ağabeyleri ile göndermeye razı oldu; ancak bir şartı vardı. Dedi ki: “Etrafınız kuşatılıp çaresiz kalmadıkça onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına söz verin! Yoksa onu sizinle göndermem!” Oğulları hep bir ağızdan söz verdiler. Yakup (a.s.) dedi ki:
“Söylediklerimize Allah şahittir.” Sonra da şöyle devam etti: “Oğullarım! Şehre hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin! Ama Allah’tan gelecek hiçbir kazayı üzerinizden gideremem. Hüküm, Allah’tan başkasının değildir. Ben ancak O’na güvenip dayandım. Tevekkül edenler de yalnız O’na güvenip dayanmalıdırlar.”
Yusuf’un kardeşleri yanlarında Bünyamin ile birlikte Mısır’a vardılar. Babalarının kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan girdiler. Mısır’ın maliye bakanı Yusuf’un huzuruna vardılar. Yusuf (a.s.), onları yine en güzel şekilde misafir etti. Onlara yemek ikram etti. Ağabeylerini sofraya çifter çifter oturttu. Geriye Bünyamin tek kaldı. Bünyamin, tek kalınca seneler önce kaybettiği ağabeyi Yusuf’u hatırladı ve ağladı. Yusuf (a.s.) da Bünyamin’i kendi sofrasına aldı, onu teselli etti. İstirahat vakti gelince de ağabeylerini ikişer ikişer odalara yerleştirdi. Bünyamin yine yalnız kaldı. Yusuf, öz kardeşi Bünyamin’i yanına aldı ve ona anlatmaya başladı: “Bilesin ki ben, senin kardeşin Yusuf’um! Onların geçmişte yapmış oldukları şeylere aldırma.” dedi. Bünyamin ve Yusuf (a.s.), o gece uzun uzadıya konuşup hasret giderdiler. Yusuf (a.s.) dedi ki: “Ey kardeşim! Ben seni yanımda alıkoyacağım. Bilirsin ki babamın benim ayrılığımdan dolayı gam ve kederi büyüktür. Eğer seni de burada alıkoyarsam üzüntüsü daha da artacaktır. Fakat bir an evvel ona kavuşabilmemiz için böyle yapmamız gerekiyor. Ben bu hususta güzel bir plan hazırlayacağım.”
Hazreti Yusuf, kardeşlerinin eşyalarını hazırlatırken hükümdarın özel su kâsesini Bünyamin’in eşyalarının içine koydurdu. Kervan hareket edince de Yusuf’un emrindeki görevlilerden biri,
– “Ey kafile! Durun siz hırsızlık yapmışsınız!” diye seslendi.
Yusuf’un kardeşleri onlara dönerek,
– “Ne kaybettiniz?” dediler.
Vazifelilerden biri,
– “Hükümdarın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü mükâfat var.” dedi. İçlerinden biri,
– “Biz sizden şüpheleniyoruz!” dedi.
Yusuf’un kardeşleri endişe etmeksizin,
– “Vallahi biz buraya hırsızlık için gelmedik. Bunu siz de biliyorsunuz!” dediler. Vazifeliler dedi ki:
– Eğer su kabını eşyalarınızın içinde bulursak ne diyeceksiniz peki?
Yakup’un (a.s.) oğulları cevap verdiler,
– “Aradığınız su kabını kimin eşyasının içinde bulursanız o kişiyi esir alabilirsiniz. Kendisi rehin ve mahkûmunuz olur. Biz zalimleri, hırsızları böyle cezalandırırız.” dediler.
Yusuf, önce öbür kardeşlerinin eşyalarını aratmaya başladı. Aranan su kabı Bünyamin’in yükünden çıkınca onlar, “Zaten onun kardeşi de önceden hırsızlık etmişti.” dediler. Yusuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve içinden dedi ki: “Asıl kötü durumda olan sizsiniz! Dediklerinizin gerçek yönünü Allah, pekiyi biliyor.”
Babalarına verdikleri sözü hatırlayan kardeşleri çaresizlik içinde Yusuf (a.s.)’a yalvarmaya başladılar: “Ey vezir! Emin ol ki, bunun çok yaşlı bir babası var! Onun yerine bizden birini, mesela beni al. Sen merhametli bir adamsın.”
Yusuf (a.s.), dedi ki: “Gerçek suçlu varken başkasını cezalandırmaktan Allah’a sığınırım. Çünkü biz, öyle yaparsak zalimler arasına girmiş oluruz!”
Yusuf’un kardeşleri, ümitsiz bir şekilde bir köşeye çekilip aralarında fısıldayarak konuşmaya başladılar. En büyükleri kardeşlerine dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına söz aldığını ve daha önce Yusuf konusunda ettiğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye kadar ben artık buradan ayrılmam. Siz dönün, babamıza olanları anlatın. ‘İnanmazsan, gittiğimiz şehrin ahalisine ve birlikte geldiğimiz kafiledekilere sor. Sana doğruyu söylediğimizi anlayacaksın!’ deyin.”
Köye geri dönen kardeşler, ağabeylerinin söylediklerini babalarına aynen aktardılar. Yakup (a.s.): “Hayır, hayır! Korkarım, siz yine şeytana uyup kardeşinize kötü bir şey yaptınız! Bana düşen, bu hâle karşı ümit içinde güzelce sabretmektir. Ümit ederim ki Allah, bütün kaybettiklerimi bana lütfedecektir. Çünkü O; Alîm’dir, Hakîm’dir.”
Yakup (a.s.) onlardan yüz çevirdi ve “Ah Yusuf’um, ah!” diye sızlandı ve üzüntüden gözlerine ak düştü, âmâ oldu. Kederini içine gömdü. Oğulları Yakup (a.s.)’a şöyle dediler: “Ömrün geçti gitti, hâlâ Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun. Vallahi ‘Yusuf!’ diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp gideceksin.” Hazreti Yakup da onlara, “Ben; sıkıntımı, kederimi ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum. Hem sizin bilmediğiniz birçok şeyi Allah tarafından biliyorum.” dedi. Daha sonra Yakup (a.s.), oğullarına şöyle dedi: “Ey oğullarım! Gidin de Yusuf ve kardeşini iyice araştırın! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez!”
Yakup (a.s.), olanlardan şüphelenmiş ve işin aslını öğrenmeleri için oğullarını yeniden Mısır’a göndermişti. Onlar Mısır’a varıp yeniden Yusuf’un huzuruna girdiklerinde Yusuf’u denemek için dediler ki:
“Ey Aziz! Kıtlık bizi aç ve açıkta bıraktı. Lütfen bize yine ihsanda ve ikramda bulun. Şüphesiz ki Allah, tasadduk edenleri fazlıyla mükâfatlandırır.” Yusuf (a.s.) dedi ki: “Siz cahilliğiniz döneminde Yusuf ile kardeşi Bünyamin’e yaptıklarınızı unutmadınız, değil mi?” Kardeşleri hayret içinde, “Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?” dediler. O da,“Evet, ben Yusuf’um! Siz bana türlü kötülüklerde bulunduysanız da Allah bana lütuflarda bulundu. Çünkü kim Allah’tan korkar ve belalara sabrederse şüphesiz Allah güzel, davrananların mükâfatını zayi etmez!” dedi. Kardeşleri utanç içinde dediler ki: “Allah’a and olsun ki hakikaten Allah seni bizden üstün kılmıştır. Biz ise yaptıklarımızda hata etmişiz.”
Yusuf dedi ki: “Bugün size hiç başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.”
Yazan: Nurten MEŞHUR